Thursday, June 12, 2008

Estergon Kalası, Macaristan, 2007

ESTERGON KALASI.... Temmuz 2007

Berbat bir hafta geçirdim. Saatlerce bilgisayar ekranı ve ben, adeta bütünleştik. Bizim örgütün genel kuralı, işler arttıkça doğru orantılı olarak gerginlikler de artıyor. Gerginlik üstüne gerginlik, etrafım kötülük melekleri ile sarılı. Her cinsten, kadın ve erkek, yan odada, koridorda çaprazdaki odada, fotokopi makinasının karşısında her yerdeler.

Üstüne bir de çok sıcak bir günün ardından, incecik giyinmiş, bisikletle eve dönerken patlayan fırtınanın ortasında sırıl sıklam ıslandım, dişlerim takırdadı. Öyle yaz yağmuru falan değil, Cenevre böyle oluyor; hava ısınıyor ısınıyor, Leman gölü (zaten Leman çanağı diyorlar) buharlaştıkça buharlaşıyor, nem insanı bayıltıyor. Sonra göklere doğru yükselen buhar, güneş ışınları şiddetini kaybedince Alplerin soğuk yüzeyine çarpıp, aşağı doğru gerisin geri hücum ediyor. Beraberinde bir şimşek, bir gök gürültüsü, kamçı gibi bir rüzgar.

Sonuç; bir akşam eve sırt kaslarım taş gibi kasılmış, ağrıdan duramaz bir şekilde döndüm. Ertesi sabah daha berbat uyandım. Boynumu sağa, ama özellikle sola çevirmem mümkün değil, sırtımı dik tutmam mümkün değil. Ama diz boyu işim var, ertelemek de mümkün değil.

Sağa ve sola bakmak için bütün sırtını döndüren bir sırtlan olarak işe gittim, iş yeri doktorunu, pardon hemşiresini gördüm.

Anlatmadan geçemiycem: bir iş yeri sağlık merkezimiz var, sanıyorum bir sürü de personel çalışıyor, en az üç doktor, dokuz, on hemşire. Yine de öyle hemen başım ağrıyor dişim ağrıyor gitmek ne mümkün. Arayacaksın randevu alacaksın, durumunun vahim olduğuna inanırlarsa o gün bir hemşireden randevu alabilirsin. Doktor... Aaa sen kimsin öyle doktor ancak gerekirse görür insanı. Nedense yalnızca çek-ap yapıldığında, tahlil sonuçlarına bakıp evet normal demek için doktordan randevu gerekiyordu. Tabi özellikle doktor olan arkadaşlarım çek-ap yaptırmak, hele malum işyerimde yaptırmak gibi bir saçmalığa neden ihtiyaç duyduğumu, olsa olsa gerçekten ciddi bir -psikolojik- muayeneyi gereksinir hale geldiğimi düşünecekler. Ondan değil. Kontratın yenilenmesi için çek-ap yaptırmak gerekiyor. Çürük mal almak istemiyor yani bizim örgüt!

Neyse uzun sözün kısası bu sağlık merkezinde doktoru görebilmenin tek yolu, normal değerleri zaten test sonuçlarının yanında yazan kan tahlillerinizin normal olduğunu teyit ettirip, evet kontratı yenilenebilir imzası almak.

Tanıdık mı geliyor?...

Haksızlık etmeyin Türkiye'de sistem bu kadar kötü değil.

Neyse işe gittikten ve epey ızdırap çektikten birkaç saat sonra bir hemşire görebildim. Bana iki adet brufen tablet verdi (daha fazla vermedi, reçetesiz satılıyormuş, eczaneden alabilirmişim. Sanki benim mesai saatleri içinde şehre inip eczaneye gidecek vaktim var). Bir fizikterapist görsem diyecek oldum (nasıl ihtiyacım var birisi masaj yapsa, ancak bir FTR'cinin eli değerse çözülecek sırtımdaki spazm düğümü), hemen akıl verdi hemşiremiz, olay akutmuş, FTR'nin faidesi olmazmış, brufenlerimi almalı ve oturduğum yerde oturmalıymışım.

Güzel...

Neyse bir haftayı sırtım gittikçe daha çok ağrıyarak, dozu artan gerginlikler arasında daha çok gerilmemeye çalışarak geçirdim. Bütün hayalim Macaristan'ın güneyine[1] yapacağım bir iş ziyareti öncesine sıkıştırdığım Budapeşte hafta sonu , ve Budapeşte'de özenle seçtiğim otel......

Evet bu otel.... bir ..... kaplıca oteli..... Budapeşte şehir merkezinden yürünerek ulaşılabilir mesafede, Tuna'nın ortasındaki asırlık ağaçlarla kaplı Margit adasının, kaplıcasıyla meşhur, içinde çeşitli hidroterapi uzmanlarının, tıbbi ekibin, benim için en önemlisi masörlerin olduğu Grand Hotel'i.

Evet evet tahmin ettiğiniz gibi otel, biraz hastaneyi, daha doğrusu kurumların çalışanları için işlettiği yaz kamplarını hatırlatıyor. Ama biraz. 19. yüzyıldan kalma taş bir bina, yüksek tavanlar, barok avizeler, yerlerde el dokuması halılar. Yaz kampı havası daha çok müşteri kitlesinden. Yine yanılmadınız, bu otelde ben en genç on müşterinin arasına girerim (diğer dokuz tanesi de yaşlılara eşlik eden genç bakıcılar). Bir sürü yaşlı Alman çift, Amerikalı bir kilise grubu -tanrım her yerde varlar- bazı Macar amca ve teyzeler. Sabah kahvaltıda bunları görüyorum. Kahvaltıdan hemen sonra akşamüstü için masaj randevumu alıyorum, ve adada yürüyüşe çıkıyorum.

Nasıl mutluyum. Gerçekten. Kendimi "buraya ilerde sık sık gelmeli, hatta arkadaşlara da tavsiye etmeli, birlikte geliriz herkese lazım" diye düşünürken yakalıyorum. Yakalar yakalamaz da gülmekten yere yıkılıyorum. Gerçekten, çimenlere serilip katıla katıla gülüyorum. Bundan beş yıl önce üstüne para verseler "bööle sıkıcı bi yere" gelip kalmazdım. Şimdi burada olduğum için nasıl mutluyum. Kendi mutluluğum yetmiyor, eşe dosta da lazım olur diye düşünüyorum. Birden aklıma, bir doktor arkadaşımın (T.J. , hadi torpil yapayım, 50) Latin Amerika'dan bir önceki gün gönderdiği mesaj geliyor. Yok Peru'daymış da, akşam diskoya gitmişler, dj çok yakışıklıymış, falan filan... Bırak artık bırak bunları, bırak asılma artık şu gençliğe, gitsin rahat rahat hatıraların gittiği yere. Ben bunları aşmışım, artık hayattaki ilgi konum ağrılarım, kaplıca otelleri ve masaj. Ama tabi yine de masaja gitmeden, Peşte'nin 40 dakika yakınında bir küçük kasabayı Gödöllö'yü ve Sissi'nin sarayını görmek için bir ufak erteleme yapıyorum.

Nihayet o an! Sıcak sularda sırt üstü yatmaca, sonra Thai masajı. (Hastayım bu globalleşme şaklabanlıklarına. Ne alaka, ne yapan Taylandlı, ne burası Tayland. Macar masajına ne oldu? Yüzyıldan daha eski tarihi olan bu kaplıca otelinde eskiden ne masajı yapılıyordu. Macar bir kızın, yine Macar üstadlarından ya da okullarından öğrendiği macar macar masajı, içeride iki tane tütsü yakıp illa Tayland diye satacağız. Neyse ne, adını ne korlarsa koysunlar, sırtımdaki ağrılı düğüme birisinin müdahale etmesi çok iyi oluyor). Odama dünyanın en mutlu insanı olarak dönüp uyuya kalıyorum.

Bir uyanıyorum saat 8:00 hızla bir çorba bir kadeh şarap. Budapeşte müzik şehri, akşam bir konsere giderim diye, gelirken uçakta da sabah otel lobisinde de karıştırmadık broşür bırakmadım. Yok yok , gitmek için efor sarfetmeye değecek konserler ya geçmiş, ya da en güzelleri Temmuz ayı içinde. Operanın programına bakmıyorum bile, birkaç hafta önceden bilet almazsan girmek mümkün değil. Çaresiz, otelin biraz ötesindeki çayırlıkta etrafına topladığı Macar gençlerine Batı Afrika dansları öğreten birkaç Afrikalı genci izlemeye gidiyorum.

Müzik güzel, dansta da bayağı başarılılar, dünya kültürleri böyle kaynaşıyor herhalde.

Yürürken uzaktan kulesini gördüğüm binaya geliyorum, aaa burası açık hava konser salonuymuş. Bir de ne görsem Al di Meola 23 Haziran 2007 saat 20:30 yazıyor. İşte Budapeşte! Gafil, Budapeşte'de bir Cumartesi gecesi, birkaç önemli müzik sunumu olmayacak! Saate 8:30'u çoktan geçti, konser başlamış. Ama gişe açık, birileri de bilet alıp içeri giriyor. Koşuşturuyorum. Vay me, biletler 30 euro, 40 euro. Bakıyorum yanımda o kadar para yok. Otele gidip alıp dönsem, zaten konser çoktan başlamış, hiç anlamı yok. Parmaklarımın arasından akıp giden fırsata üzgün gişeden uzaklaşırken birden farkediyorum ki, konser salonunun etrafındaki ağaçlık çimenlik alanda yüzlerce insan örtülerini sermiş, şaraplarını açmış sessizce oturuyor. İnsanların yoğunlaştığı alana yaklaştıkça farkediyorum ki müzik buraya şahane geliyor. Hahhah hay. Yaşasın beleşçiler, kahrolsun bir bilete 30 Euro veren yeni zenginler... Yaşasın çayır çimen ve açık hava.

Çimenlere sırt üstü uzanıyorum (ohhh artık sırt kaslarım gevşemiş vaziyette) burnumda tütsü kokusu, yüzüm yavaş yavaş kararmakta olan gökyüzüne çevrili Al di Meola dinliyorum. Etrafta en az 200-300 kişi var, ama çıt çıkmıyor. Şarkılar bitince, içerdekiler ve dışardakilerle birlikte ben de alkışlıyorum. Derken yarımay doğuyor, tam üstümde Büyük ayı (takım yıldız canıım!) beliriyor. Hayatboyu hatırlanacak konserler vardır ya, işte öyle bir konser yaşıyorum.

Sabah Tuna boyunca Bac ve Vişegrad üzerinden Estergon'a gidecek bir gemiye bineceğim, konser sonrası hemen uyumaya gidiyorum. Hayır, odama giderken davudi bir sesle "Estergon kal'asıııı amaan" diye türkü söylemiyorum.




[1] Bakınız daha önceki Szeged/Budapeşte mektubu

No comments: